Bir seneden daha fazla bir zamanın ardından dönüp dolaşıp
dükkânıma girmiş bulunmanın sevinci içindeyim. Bloğumu takip edenlerin bana
kızacağını sanmıyorum. Bağımlılık yapacak bi’ şeyler yazmıyorum nihayetinde.
“Eee uzun zamandır nerdesin böyle?” diye soracağınızı da sanmıyorum; ama kısa bir özet geçmek gerekirse sağda – solda zaman geçirdikten sonra az da olsa yazma fırsatı bulduğum bi’ metrukhane ayarladım.
“Senin için ideal bi’ ev. Bohem hayatını sevdiğin için böyle bi’ yer ayarlamışsın anlaşılan.” diyen dostlara “Ne bohemi oğlum? Para buna yetti, bunu aldım.” cevabını vermekten gınalar geldi de geçiyor.
Metrukhanemin en sevdiğim tarafı İstanbul’un tam merkezinde olmasına rağmen hiçbir telefon operatörüne ait baz istasyonunun bulunduğum noktaya ulaşamıyor oluşu. Böylece konuşmaktan nefret ettiğim telefona bakmama gerek kalmıyor. Telesekreterdeki ablamız benim yerime gerekeni yapıyor fazlasıyla. (Burdan sizlerin aracılığıyla Turkcell camiasının gözlerinden öperim)
İkinci en sevdiğim kısım ise, sevgili odamın salondan büyük
olması. Bu sayede bir yandan “Ray Malifalitiko” şarkısını tersten söylerken bir
yandan da odamı yaratıcı bi’ şekilde dağıtabiliyorum. Özgürlük lan bu!.. J
Bu da yetmezmiş gibi kapalı balkonumdan önümde uzanan seksi incir ağacının da keyfini akşamları sigara eşliğinde çıkarıp türküler mırıldanabiliyorum. Bahçesi her ne kadar başkasına ait olsa da “göz hakkı” diye bi’ şey var di’ mi? Gözümü doyuruyorum resmen..
Herneyse, bi’ hayli konuştum; ama şükür ki gereksiz
agresiflerden değilsiniz. Sizi bu yüzden takdir ediyorum ya..
Herneyse… Bu akşam size, benim için önemli olan bir kişisel
gelişim kitabını anlatacağım. “Temur, biz buraya Aksak Timur’un Tüzükât-ı
Timur’unu anlatman için geldik!” diyebilirsiniz. Deyin. İlerde gereken
açıklamayı yaparım ben size.
Hazırsanız, konumuza geçelim. Belki fonda “Güzel ve Çirkin’in Prologue” melodisi çalıyordur, ha?
Tüzükât-ı Timur, Emir Timur’un kendi eliyle kendi tarihini
ve yasalarını yazdığı bir kitap. Bu kitapta onun, saltanat mücâdelesini, orduyu
ve devleti yönetme ilkelerini, toplum ve din anlayışını, felsefe ve ideallerini
okuyacaksınız.
30 fasıl ya da bir başka deyişle 30 kengeşten oluşan kitap, Timur’un Tuğluk Temir’le başlayan saltanat mücadelesinden Yıldırım’la yaptığı Ankara Savaşı’na kadar uzanır.
Kitabın girişinde yazdığına göre (Ben yazıcının yalancısıyım) kitabın aslı, Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde okuyan sevgili öğrenci arkadaşlarımızın çok sevdiği Çağatay diliyle yazılmış. El yazması bi’ nüshası 17. Yüzyıla kadar Yemen valisi Ca’fer Paşa’nın kütüphanesinde muhafaza edilmiş. Sonrasında Farsça ve İngilizce’ye çevrilen kitap yavaş yavaş Arapça’ya, Türkçe’ye diğer dillere çevrilmiş. Bu arada rivayetlere ve eldeki kanıtsızlığa bakacak olursak kitabın orijinali ortada yok. Ne yalan söyleyeyim, benim elimde olmasını çok isterdim.
İnsan Yayınları’ndan çıkan bu 150 sayfalık kitapta hoşuma giden şeylerden bir tanesi de kimi kelimelerin orijinal yerinde kullanılması. Alihan Töre Sağuni, bunun nedenini bu kelimelerin Fars dilinde yeterli karşılığının olmayışına bağlıyor. Bu kelimelerden örnekler de kitabın hemen bu başlangıç sayfalarında verilmiş. Sizinle paylaşayım:
Çapul: Hücum
Çapkulaş: Kılıç muharebesi
Çapılçar: Savaşa toplanma
Savrı: Hediye
Suyurğal: Maaş, yer – mülk
Kabu: Fırsat
Hazır elim değmişken benim de kitaptan seçip sevdiğim kimi
Farsça da olan kelimeleri yazayım:
Kengeş: İstişare
Tefe’ül: Kur’ân’dan sayfa açıp hayra yorma
Leşker: Asker, ordu.
Karavul: Keşifçi. Han karargâhı ve civarını, ordunun
merkezi, kanatları, önü ve arkasını korumakla vazifelendirilen askeri birlik.
Hiravul: Öncü birliği, kanatları koruyucu askeri birlik
Çapavul: Aniden baskın yapan birlik
Şakavul: Leşker kanatları önünde yer alan özel askeri
birlik, ihtiyat birliği.
Caranğar: Leşkerin sol kanadı.
Baranğar: Leşkerin sağ kanadı.
Ğol: Kol, leşkerin merkezi.
Şabhun: Gece baskını.
Tingçi: Casus.
Yol bolsun: Yolunuz açık olsun anlamına gelse de metindeki
anlamıyla Timur “Şimdi, kaçmaktan başka çareniz kalmadı. Yolunuz açık olsun.”
diyerek dokundurmuş.
Başbalmak otu: Yenilebilen bir çeşit bitki; hayıt (Beşparmak
otu) olabilir.
Konalga: Konaklanacak menzil.
Gelelim bu kitapta ilgimi çeken bölümlere.
Timur, kitabına hocasının mektubuyla başlar:
Pîrim Ebû Bekir Taybâdi bana yazmıştır ki; “Ey muzaffer
Timur! Devlet işlerinde şu üç şeyi ihmâl etme: Birincisi istişâre, ikincisi
sabır, üçüncüsü sağlam ve uyanıklıkla iş yapma. Çünkü istişâresiz giden
saltanat yolu yanlış, sonu pişmanlık olur. Saltanat işlerini yürütürken hiçbir
şeyi istişaresiz yapma ki, pişmanlık duymayasın. Şunu da bilmen gerekir ki,
saltanat işlerinin tamı tamına yarısı bu yolda karşılaşacağın her türlü zorluğa
sebat göstererek sabretmektir. İkinci yarısı ise, bazı şeyleri bilip
bilmezlikten, görüp görmezlikten gelmektir. Kısacası, her işte sebat ve sabır
göstererek uyanık olup bahadırlık yaparsan, bütün işleri başarabilirsin.
Vesselam.”
Burada yazılmış olan sözler, saltanat işlerinde benim için
en doğru kılavuz oldu. Buna uyarak siyaset işlerinin dokuz kısmını istişâreyle
yürütüp sadece bir kısmını kılıca bıraktım. Geçmişteki bilginler demişlerdir
ki: “Yerli yerinde yapılan bir iş ile yenilmez ordu yenilir, alınmaz şehir
alınır.” Benim tecrübemle sabittir ki, iş gören, uyanık, sezgileri kuvvetli
bahadır bir kişi böyle olmayan bin kişiden elbette daha iyidir.
Bu satırların ardından Timur, 243 kişi ile 12000 askerin bulunduğu Karşı Kalesi’ni nasıl zaptettiğini anlatır. Timur, bu 243 kişi için “asker” kelimesini kullanmaz. Şöyle der: “(…) bu 243 yiğidim ile 12000 atlı düşman askerini kırdım. Bunlar kaçınca arkalarından birkaç taşlık yere kadar kovaladım.”
Kitabın devamında istişâreye ve istişâre ettiği kişilere verdiği
önemi açıklayan Emir Timur, “Her büyük işte böyle kişilere akıl danışıp onlarla
istişâre etmek zarûrîdir. İşin nasıl olacağı kader perdesi altında gizli olsa
da peygamberimiz Muhammed Aleyhisselâm’ın dediği gibi, her işi istişâre ile
yaptım.” dedikten sonra önemli bir nasihatte bulunuyor kendisini okuyanlara:
“Bunların (İstişâre ettiği kişilerin) sözlerini işitince,
etraflıca muhâkeme edip faydalı ve ziyanlı yanlarını gönlümde hesaplardım. Eğer
iki tehlikesi olan ve bir tehlikesi bulunan iki iş önüme gelmişse ve ikisinden
beraberce kurtuluş çaresi yoksa, bir tehlikesi olanı seçerdim.” deyip Cengiz
Han neslinden Tuğluk Timur Han’la yaşadığı bir anıyı paylaşıyor.
Sözlerine şöyle devam ediyor:
“Yine tecrübemle sabittir ki, istişâre edilecek kişilerin
birlik ve ittifak ile sözlerinde duran, işlerinde sabırlı insanları olmaları
elbette şarttır. “Yapalım” dedikleri
işleri yapmaktan asla vazgeçmesinler. Eğer yapmamaya söz vermişlerse, onun
yanına bile yaklaşmasınlar.
(…) İstişâre iki türlü olur: Birincisi yürekten çıkanı,
ikincisi dil ucuyla söylenenidir. Bu ikincisini işittiğimde sadece kulak
verirdim; birincisini işittiğimde, gönlüme yerleştirirdim.” dedikten sonra bu
davranışını savaşa çıkarken aldığı stratejiyle örneklendiriyor.
Timur, İstişârenin ardından ise genellikle tefe’ül edermiş. Tefe’ül, daha önce de sizinle paylaştığım gibi, Kur’an-ı Kerim’den sayfa açıp işaret almaktır. Timur, şöyle der:
“(…) Bir işi yapmaya niyet etsem, istişâre bir neticeye
ulaşınca yine Kur’an’dan tefe’ür ederek ona göre davranırdım. Tuğluk Timur
Han’a gitmeden önce de tefe’ül etmiştim ki, Yusuf Suresi çıktı. Oysa Yusuf
Aleyhisselam, kul olarak satılmış; ancak daha sonra Mısır padişahı olmuştu. Han
ile görüştükten sonra “Demek ben de bir devlete sahip olacağım.” diyerek bunu iyiliğe
yordum.
***
Emir Timur, devletinin kuruluşunu anlatırken beni sıkmadı. Yaşadıkları, sezgileri, tecrübeleri her çağda hepimizin kulağına küpe olacak şeyler aslında. Tavsiyelerini kulak ardı etmek, ayıp olur. Şöyle der:
“Yüz bin süvarinin yapamadığı bir iş yolu bulunarak, bir
tedbir ile yapılabilirmiş.”
***
Okuduğunuzda göreceksiniz, Emir Timur, 243 askeriyle 12.000 kişilik Karşı Kalesi’ni zaptedişini, 60 askeriyle Tekil Bahadır’ın 1000 askerini yenişini çok basit, olağan şeylermiş gibi anlatır. Kimbilir, belki de başarının püf noktası zor olanı gözde büyütmemekten geçiyordur. Olabilir mi?
Herneyse, kitabının ikinci bölümünde kendisinden sonra
gelecek kişilere tavsiyelerini ve kanunlarını anlatır.
Savaş stratejilerine olan ilgimden dolayı dikkatimi en fazla çeken kısım kitabın son sayfalarında yer alan “Cenk – Savaş, Muhârebe Meydanına Girme ve Çıkma, Saf Düzenleme ve Leşker (Asker) Kırma Tüzüğü” oldu elbette. Bu önemli kısmı size anlatmayacağım.
Kitabın sonundaysa yaşadığı dönemi anlatan minyatürler ve
döneminden kalan yapıların fotoğrafları yer almakta.
Kısaca özetleyecek olursam, Timur, eşi Olcay Türkan’la tek başına yürümeye başladığı bu yolda nasıl ilerleyip büyük bir Emir hâline geldiğini anlatırken sıkılmadan okuyacak, kanunlarını, stratejilerini, düşünme yollarını ve kurnazlıklarını onun ağzından dinleyeceksiniz. Kişisel gelişim teranelerini okuyacağınıza bu tip kitapları okumak sizi daha çok aydınlatacaktır emin olun. Bildikleriniz değil, stratejiniz hayat kurtarır.
Unutmadan; Timur, eşi Olcay Türkan’ı anarken “Olcay Türkan Ağa” olarak söz eder. Nazmiye Togan’ın “Temür Zamanında Aristokrat Türk Kadını” adındaki makalesini okuduğumda “Ağa” kelimesinin “prenses” anlamı taşıdığını öğrenmiştim. “Bu ‘Ağa’ da ne oluyor böyle?" demiyesiniz.
Gitmeden uyarayım. Daldan dala atlamış gibi olabilirim, yalnız kitabın bütününe bağlı olarak gidecek olsaydım 150 sayfadan da tek tek söz etmem gerekecekti. (Şaka şaka, kafam balon gibi yemin ederim.) Neyse ki kusura bakmayacak kadar olgunsunuz. Beni iyi idare ediyorsunuz.
Eveeet, yıkıp perdeyi viran eyleyeyim de sonrasında da gidip
sahibine haber vereyim hemaaan. Hadi bakalım. Selam ve sevgilerimle..