Yine, yeniden merhaba..
Klişe bir giriş oldu değil mi? Olsun, hoşuma gidiyor bu yansıma cümleyi
kullanmak.
Oldukça yoğun geçen zamanın nihayet küçük bir
parçasını kendime ayırıp size yeniden seslenme imkânı bulduğum için mutluyum.
Her sorumsuzun, görevini yerine getirdikten sonraki abartılı hazzını
yaşayacağımdan emin olabilirsiniz bu yazıyı bitirdikten sonra.
“Hadi Temur, lafı fazla uzatma!” dediğinizi
farzediyor ve Zülfü Livaneli’nin “Gönül Yaralı, Turna” türküsünü açarak
konumuza giriyorum.
Bugünkü konuğumuz Buket Uzuner. Sevgili Buket
Uzuner, Türk Edebiyatı’nın önemli isimlerinden biri. “İkizlerden Biri” adlı
öyküsüyle tanıştığım Uzuner, edebiyatımıza çok büyük hizmetlerde bulundu
kuşkusuz. Adı geçmişken “İkizlerden Biri” adlı öykü, okuduğum öykülerin en
güzellerinden bir tanesi. Şayet henüz tanışmamışsanız mutlaka “Tanışın!” derim.
Fakat bugün size Uyumsuz Defne Kaman’ın
Maceraları / Su isimli eserini takdim edeceğim.
Öncelikle kitap nasıl ilgimi çekti onu
açıklamamda fayda var.
Efendim, kavmim her ne kadar uzun zamanlardan
beri bu topraklarda yaşasa da göç ettiği toprakların adetlerini bu zamana kadar
bir nebze de olsa taşımayı başarmışlar. Anlayacağınız Kam kültürünün içinde
yetiştiğimden dolayı Kam’lıkla ilgili her konu mutlaka ilgimi çeker.
Boş vakitlerimden birinde bir video sitesinde
Kamlıkla ilgili yayınlanan programlara göz gezdirirken sevgili Buket Uzuner’in
konuk olduğu bir programa rastgeldim. Uzuner, Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları
/ Su’yu anlattıktan sonra Kaman kültürünü izleyicilerle paylaşmaya başladı. Kültürümüzü
öyle güzel anlatıyordu ki, yazmış olduğu kitabı bir an önce elde etmek için
kolları sıvadım.
Bir hafta sonrasında kitabı temin ettim.
Everest Yayınları’ndan çıkan kitabımız, ilk
sayfalara numara verme gereği duyulmadığı için 330 sayfa olarak görünüyor. Çok
da önemli değil.
İçerik olarak önce anlatıma şöyle bir bakalım.
Bilen bilir, Buket Uzuner yeniliğe ve gelişmeye açık bir yazardır. Yine
“İkizlerden Biri” adlı öyküden söz edeceğim lâkin bu gerekli. “İkizlerden Biri”
adlı öyküsündeki anlatımla bu romanındaki anlatım arasında fark gördüm.
Romanımıza kısaca “Su” dersek, Buket Uzuner,
“Su” romanında bize saf bir “Sevgi” diliyle seslenmiş. Kamlarla ilgili bir eser
meydana getirirken böyle bir dili kullanması aktarım açısından gerçekten çok
güzel olmuş kanımca. Çünkü kadim geleneğimizin temeli sevgiye dayanır ve bu
gelenek yalnızca sevgiyle anlatılır. Bu bakımdan yazarımızı kutlamak gibi bir
ukâlalık göstereceğim izninizle. Ayrıca noktalama işaretleri ve imlâ kuralları
yerinde kullanılmış.
Günlük konuşma diliyle bize seslenen yazarımız
“handiyse” gibi unutulmaya yüz tutmuş kelimeleri biz gençlere hatırlatmış,
küçük kardeşlerimize de öğretmiş olduğundan dolayı büyük bir teşekkürü de hak
ediyor kesinlikle.
Kimi yerlerde küçük anlatım bozuklukları
dikkatimi çekti. Lâkin ben bunu doğal karşılıyorum. Nitekim şu an yazdığım
yazıda bile ben kaç tane anlatım bozukluğu yaptım kimbilir? İnsan, yazdığını önce belleğinden geçirdiği
için, oluşturduğu eseri yeni baştan okurken ister istemez belleğini de
çalıştırdığından böyle küçük hataları göremeyebiliyor.
Everest Yayınevinde çalışıp bu kitabı okunacak
hâle getiren dizgici arkadaşı da kutlamak gerek. Yalnızca 1 adet dizgi hatası
ile karşılaştım. Eğer başka varsa bile benim dikkatimden kaçabilecek yerlerden
yaptığı aşikar.
Gelelim kitabımızın içeriğine:
Künye sayfasından sonra gelen sayfada küçük
bir not düşülmüş:
Bu
romandaki karakterler kurgu, yaşayan insanlarla benzerliklerse tamamen
tesadüftür. Romandaki olaylar bugün Anadolu’da yaşayan bütün kültürlerin günlük
yaşamına sinmiş binlerce yıllık kadim Kaman geleneklerimizden ve Orta Asya ile
Sibirya mitolojilerinden esinlenerek kurgulanmıştır.
Tabi bu giriş notunu da okuyunca “Tamam,
muhteşem bir Kam romanı beni bekliyor!”diyerek sevindim.
Konuyu kısaca özetlemek gerekirse; gazeteci
Defne Kaman, bir yaz akşamı bindiği vapurda kaybolur. Onu aramakla görevli
komiserimiz Ümit Haydar Kaman ve can arkadaşı Sahaf Semahat, bu aramalar
esnasında esrarengiz olaylar, semboller ve tuhaf şifreler denizinde bulurlar
kendilerini.
Ümit Haydar Kaman ve Sahaf Semahat demişken
onlardan da bahsetmek icap eder mutlaka.
Komiserimiz Ümit Haydar Kaman, Kaman’lı. Alevi
bir aileye mensup. Asker arkadaşı Yunus’un kız kardeşi güzeller güzeli Tasvir’e
aşık. Fakat Tasvir’in ailesi Sünni olduğu için, ikisinin beraberliğini iki aile
de hoş karşılamamaktadır. Evlenmelerini engellemek için ailesi Tasvir’i
akrabalarına göndermiştir. Ümit,
aşklarını mensubu oldukları mezhebin baltalamasından dolayı kızgındır,
küskündür; ailesine, insanlara, inançlara.
Sahaf Semahat ablamız ise genç yaşta bulunduğu
ilden ailevi baskılar yüzünden İstanbul’a kaçmış, Kadıköy’de iki katlı bir
dükkan açıp sahaflık yapmaya başlamış, tuttuğu dükkanın alt katında yaşamını
sürdürmektedir. Kutlu ve Bilgi adlı iki sevimli kedimizin de annesidir aynı
zamanda.
Bir başka kahramanımızsa evlere şenlik Umay
Bayülgen. Yani Umay Nine’miz. Hani o her zaman etrafımızda olmasını istediğimiz
bize bilmediğimiz şeyler öğretsin istediğimiz, cana yakın, insanları
etkilemesini çok iyi bilen sevimli bir ninecik. Kadim Kam kültürünü çok iyi
bilen ve bilmekle kalmayıp uygulayan büyük bir Kam, Umay Bayülgen.
Defne Kaman’dan hiç bahsetmeyeceğim. Onu,
kitabı alıp okuyarak bizzat tanımalısınız.
Lâkin söylemeden edemeyeceğim, kitaptaki
kahramanlardan yalnızca Sahaf Semahat ablamızı benimseyebildim.
Komiserimiz Ümit, Tasvir’i öylesine çok yoğun
yaşıyor ki bir zaman sonra “Tamam Ümit, lütfen gene başlama!” dedim içten içe.
Hatta öyle bir yerde Tasvir’i araya katmış ki “Pes Ümit, hakkaten pes!” dedim.
Bu bölümü yazmıyorum; çünkü sonu açığa çıkacak. (Siz yine de bana bakmayın,
benim bu şikayetim tamamen odunsu kişiliğimden kaynaklanmakta.)
“Eee Temur Efendi, Umay Ninemizin nesini
beğenmedin?” diye sorarsanız, “Kimi yerlerde çok ansiklopedik konuşuyor.” diye
cevap veririm. Bazı bilgiler konuya yedirilmemiş gibi geldi bana. Bunu aceleden
gelen heyecana bağlıyorum.
Biliyorsunuz, kitabın konularına fazla
derinlemesine girip insanların merakını öldürmeyi sevmiyorum. Bu yüzden burada
keseceğim.
Evet, kitapta bize inanç olarak dayatılan
şeylerin insanın hayatına nasıl çelme taktığını uzun uzadıya anlatıyor Uzuner.
Bu sorun hep vardı ve biz, bize dayatılan şeyin kaynağını araştırıp öğrenene
kadar da olacak. Ne olurdu az inandığımız şeyleri asıl kaynağından öğrenip
uygulayabilseydik.
Kulaktan duyma bilgilerle yetinip, “Öyledir!”
deme kolaycılığındaki mantık nedir gerçekten? Doğrularımızı doğrulamayanları
doğramaktan ne zaman vazgeçeceğiz?
Bunun yanı sıra erkek egemen toplumdaki
kadının yerini öyle güzel anlatmış ki yazarımız, okurken evet “Uzuner,
gerçekten doğru söylüyor!” diyeceksiniz.
Kamlık konusuna gelince: Bu konuda daha
kapsamlı bir şeyler bekliyordum. Maalesef o istediğim tadı bu kitaptan
alamadım. Belki ikinci kitapta daha derine inecektir Buket Uzuner. Umudum,
Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları serisinin ikinci kitabında.
Aslında benim istediğim Buket Uzuner’in tamamen Kam kültürüne dayalı güzel bir
öykü kitabı hazırlaması.
Bunların dışında kitapta çok güzel tespitler
ve altını çizdiğim cümleler var. Son olarak onları da paylaşmakta fayda var:
* Bilgelik, gerçeğe cesaretle ve samimiyetle
ilerlemeye gönül koyanın uzun yolculuğunun sonunda avucuna dolan ışıktır,
nurdur. Bilgelik, öyle keskin bir ışıktır ki, bilgenin gözlerini yakar. Bilge,
kendinin bilge olduğunu bilmez, bilse unutur, hatırlamaz herhalde…
* Günde sekiz kucaklaşmanın insanı gripten
koruduğunu söyleyen Umay Nine miydi?
* Adalet varsa rezalet yoktur. (Türk atasözü)
* Zaman ümidin en büyük düşmanıdır. Zaman
geçip gece ilerledikçe sessizlik ümidin azaldığı boşlukları dolduruyordu.
* Aklî dengesi yerinde olan herkes, Medeni
Kanun’umuza göre kadının boşanmak için ısrarla diretmesinin erkeklik onurunun
zedelenmesine sebebiyet veren bir
tahrik unsuru sayılarak olasılıkla katilin cezasını kısaltacağını, onun on yıl
kadar bir süre sonra yeni bir genç kızla evlenmek üzere serbest kalacağını
biliyordu.
* Ben hâlâ kendi doğrularımla kurduğum
hayatımı yaşamaya devam ederken, onların çoğu başkalarının kurallarıyla
düzenlenmiş, eğlencesiz, uzun hayatlarını mal – gözlü, cimri ve çok sıkıcı
yaşlılar olarak sonlandırmaya hazırlanıyorlar.
* Hakikat eğilir; ama kırılmaz.
* Her şey üstüne gelip seni dayanamayacağın
noktaya getirdiğinde sakın vazgeçme! Çünkü orası, gidişatın değişeceği yerdir!
(Mevlana)
* İstanbul’da utanınca hâlâ yüzü kızarabilen
bir insana rastlamak Semahat’i gülümsetti.
* Çocuklar, yetişkinlerin unuttukları büyük
bir kavrayış ve hayâl gücüne sahiptir.
* İnsanın beraber anısı bile olmayan birini özlemesi,
Noel Baba’yı özlemekten farklı değil; ona inanmayı da bir yaştan sonra
bırakıyorsunuz. Ben, yedi yaşından sonra öksüz ve yetim büyümüş, şanssız bir
çocuktum!
* Olmayacak bir şey için beklenti yaratmak çok
tehlikelidir.
* Zamanla öğrendim ki, insan kardeşini, hatta
çocuğunu bile seçemiyor!
* (…) insan kendini inandırdığı şeyle gerçek
arasındaki farkı er veya geç bir gün kavrayamaz mı? Bunu hâlâ bilmiyorum.
* Baskıya karşı direnmek, insanın kendi
istediği yolda hayatını kurmak için mücadele etmektir, kurmamak için değil.
* Çünkü birileri hakkında doğal yolla bilgi
edinmek, karşılığında insanın kendisi hakkında bilgi vermesi anlamına da
geliyordu ve hiç kimse kendini özenle saklayan biriyle uzun süre arkadaşlık
etmezdi.
* Sık görüştüğümüz, beraber çalıştığımız,
bazen – eğer varsa – ailemizden daha fazla zaman geçirdiğimiz insanları aslında
sandığımızdan az tanıdığımızın farkına vardığımızda, derin bir boşluğa düşmüş
gibi oluruz. Bu boşluk, biraz da kendi bencilliğimiz ve egomuzla yüzleşmenin
uçurumudur.
* İnsan kendini aynada görmek istemeyecek
kadar çok üzgün olduğunda yüzü onu terk eder ve bazen yıllarca geri dönmez.
* Aşk, insana kalbinin yerini öğretiyor.
Evet yine geldik, bir kitabımızın sonuna.
Artık Temur gider
Ve perde iner!..
Her ne kadar sürç-i lisân ettiysek affola!..