23 Kasım 2013 Cumartesi

Uyumsuz Defne Kaman'ın Maceraları / Su - Buket Uzuner




Yine, yeniden merhaba..
Klişe bir giriş oldu değil mi? Olsun, hoşuma gidiyor bu yansıma cümleyi kullanmak.
Oldukça yoğun geçen zamanın nihayet küçük bir parçasını kendime ayırıp size yeniden seslenme imkânı bulduğum için mutluyum. Her sorumsuzun, görevini yerine getirdikten sonraki abartılı hazzını yaşayacağımdan emin olabilirsiniz bu yazıyı bitirdikten sonra.
“Hadi Temur, lafı fazla uzatma!” dediğinizi farzediyor ve Zülfü Livaneli’nin “Gönül Yaralı, Turna” türküsünü açarak konumuza giriyorum.
Bugünkü konuğumuz Buket Uzuner. Sevgili Buket Uzuner, Türk Edebiyatı’nın önemli isimlerinden biri. “İkizlerden Biri” adlı öyküsüyle tanıştığım Uzuner, edebiyatımıza çok büyük hizmetlerde bulundu kuşkusuz. Adı geçmişken “İkizlerden Biri” adlı öykü, okuduğum öykülerin en güzellerinden bir tanesi. Şayet henüz tanışmamışsanız mutlaka “Tanışın!” derim.
Fakat bugün size Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları / Su isimli eserini takdim edeceğim.
Öncelikle kitap nasıl ilgimi çekti onu açıklamamda fayda var.
Efendim, kavmim her ne kadar uzun zamanlardan beri bu topraklarda yaşasa da göç ettiği toprakların adetlerini bu zamana kadar bir nebze de olsa taşımayı başarmışlar. Anlayacağınız Kam kültürünün içinde yetiştiğimden dolayı Kam’lıkla ilgili her konu mutlaka ilgimi çeker.
Boş vakitlerimden birinde bir video sitesinde Kamlıkla ilgili yayınlanan programlara göz gezdirirken sevgili Buket Uzuner’in konuk olduğu bir programa rastgeldim. Uzuner, Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları / Su’yu anlattıktan sonra Kaman kültürünü izleyicilerle paylaşmaya başladı. Kültürümüzü öyle güzel anlatıyordu ki, yazmış olduğu kitabı bir an önce elde etmek için kolları sıvadım.
Bir hafta sonrasında kitabı temin ettim.
Everest Yayınları’ndan çıkan kitabımız, ilk sayfalara numara verme gereği duyulmadığı için 330 sayfa olarak görünüyor. Çok da önemli değil.
İçerik olarak önce anlatıma şöyle bir bakalım. Bilen bilir, Buket Uzuner yeniliğe ve gelişmeye açık bir yazardır. Yine “İkizlerden Biri” adlı öyküden söz edeceğim lâkin bu gerekli. “İkizlerden Biri” adlı öyküsündeki anlatımla bu romanındaki anlatım arasında fark gördüm.
Romanımıza kısaca “Su” dersek, Buket Uzuner, “Su” romanında bize saf bir “Sevgi” diliyle seslenmiş. Kamlarla ilgili bir eser meydana getirirken böyle bir dili kullanması aktarım açısından gerçekten çok güzel olmuş kanımca. Çünkü kadim geleneğimizin temeli sevgiye dayanır ve bu gelenek yalnızca sevgiyle anlatılır. Bu bakımdan yazarımızı kutlamak gibi bir ukâlalık göstereceğim izninizle. Ayrıca noktalama işaretleri ve imlâ kuralları yerinde kullanılmış.
Günlük konuşma diliyle bize seslenen yazarımız “handiyse” gibi unutulmaya yüz tutmuş kelimeleri biz gençlere hatırlatmış, küçük kardeşlerimize de öğretmiş olduğundan dolayı büyük bir teşekkürü de hak ediyor kesinlikle.
Kimi yerlerde küçük anlatım bozuklukları dikkatimi çekti. Lâkin ben bunu doğal karşılıyorum. Nitekim şu an yazdığım yazıda bile ben kaç tane anlatım bozukluğu yaptım kimbilir? İnsan,  yazdığını önce belleğinden geçirdiği için, oluşturduğu eseri yeni baştan okurken ister istemez belleğini de çalıştırdığından böyle küçük hataları göremeyebiliyor.
Everest Yayınevinde çalışıp bu kitabı okunacak hâle getiren dizgici arkadaşı da kutlamak gerek. Yalnızca 1 adet dizgi hatası ile karşılaştım. Eğer başka varsa bile benim dikkatimden kaçabilecek yerlerden yaptığı aşikar.
Gelelim kitabımızın içeriğine:
Künye sayfasından sonra gelen sayfada küçük bir not düşülmüş:
Bu romandaki karakterler kurgu, yaşayan insanlarla benzerliklerse tamamen tesadüftür. Romandaki olaylar bugün Anadolu’da yaşayan bütün kültürlerin günlük yaşamına sinmiş binlerce yıllık kadim Kaman geleneklerimizden ve Orta Asya ile Sibirya mitolojilerinden esinlenerek kurgulanmıştır.
Tabi bu giriş notunu da okuyunca “Tamam, muhteşem bir Kam romanı beni bekliyor!”diyerek sevindim.
Konuyu kısaca özetlemek gerekirse; gazeteci Defne Kaman, bir yaz akşamı bindiği vapurda kaybolur. Onu aramakla görevli komiserimiz Ümit Haydar Kaman ve can arkadaşı Sahaf Semahat, bu aramalar esnasında esrarengiz olaylar, semboller ve tuhaf şifreler denizinde bulurlar kendilerini.
Ümit Haydar Kaman ve Sahaf Semahat demişken onlardan da bahsetmek icap eder mutlaka.
Komiserimiz Ümit Haydar Kaman, Kaman’lı. Alevi bir aileye mensup. Asker arkadaşı Yunus’un kız kardeşi güzeller güzeli Tasvir’e aşık. Fakat Tasvir’in ailesi Sünni olduğu için, ikisinin beraberliğini iki aile de hoş karşılamamaktadır. Evlenmelerini engellemek için ailesi Tasvir’i akrabalarına göndermiştir.  Ümit, aşklarını mensubu oldukları mezhebin baltalamasından dolayı kızgındır, küskündür; ailesine, insanlara, inançlara.
Sahaf Semahat ablamız ise genç yaşta bulunduğu ilden ailevi baskılar yüzünden İstanbul’a kaçmış, Kadıköy’de iki katlı bir dükkan açıp sahaflık yapmaya başlamış, tuttuğu dükkanın alt katında yaşamını sürdürmektedir. Kutlu ve Bilgi adlı iki sevimli kedimizin de annesidir aynı zamanda.
Bir başka kahramanımızsa evlere şenlik Umay Bayülgen. Yani Umay Nine’miz. Hani o her zaman etrafımızda olmasını istediğimiz bize bilmediğimiz şeyler öğretsin istediğimiz, cana yakın, insanları etkilemesini çok iyi bilen sevimli bir ninecik. Kadim Kam kültürünü çok iyi bilen ve bilmekle kalmayıp uygulayan büyük bir Kam, Umay Bayülgen.
Defne Kaman’dan hiç bahsetmeyeceğim. Onu, kitabı alıp okuyarak bizzat tanımalısınız.
Lâkin söylemeden edemeyeceğim, kitaptaki kahramanlardan yalnızca Sahaf Semahat ablamızı benimseyebildim.
Komiserimiz Ümit, Tasvir’i öylesine çok yoğun yaşıyor ki bir zaman sonra “Tamam Ümit, lütfen gene başlama!” dedim içten içe. Hatta öyle bir yerde Tasvir’i araya katmış ki “Pes Ümit, hakkaten pes!” dedim. Bu bölümü yazmıyorum; çünkü sonu açığa çıkacak. (Siz yine de bana bakmayın, benim bu şikayetim tamamen odunsu kişiliğimden kaynaklanmakta.)
“Eee Temur Efendi, Umay Ninemizin nesini beğenmedin?” diye sorarsanız, “Kimi yerlerde çok ansiklopedik konuşuyor.” diye cevap veririm. Bazı bilgiler konuya yedirilmemiş gibi geldi bana. Bunu aceleden gelen heyecana bağlıyorum.
Biliyorsunuz, kitabın konularına fazla derinlemesine girip insanların merakını öldürmeyi sevmiyorum. Bu yüzden burada keseceğim.
Evet, kitapta bize inanç olarak dayatılan şeylerin insanın hayatına nasıl çelme taktığını uzun uzadıya anlatıyor Uzuner. Bu sorun hep vardı ve biz, bize dayatılan şeyin kaynağını araştırıp öğrenene kadar da olacak. Ne olurdu az inandığımız şeyleri asıl kaynağından öğrenip uygulayabilseydik.
Kulaktan duyma bilgilerle yetinip, “Öyledir!” deme kolaycılığındaki mantık nedir gerçekten? Doğrularımızı doğrulamayanları doğramaktan ne zaman vazgeçeceğiz?
Bunun yanı sıra erkek egemen toplumdaki kadının yerini öyle güzel anlatmış ki yazarımız, okurken evet “Uzuner, gerçekten doğru söylüyor!” diyeceksiniz.
Kamlık konusuna gelince: Bu konuda daha kapsamlı bir şeyler bekliyordum. Maalesef o istediğim tadı bu kitaptan alamadım. Belki ikinci kitapta daha derine inecektir Buket Uzuner. Umudum, Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları serisinin ikinci kitabında.  
Aslında benim istediğim Buket Uzuner’in  tamamen Kam kültürüne dayalı güzel bir öykü kitabı hazırlaması.
Bunların dışında kitapta çok güzel tespitler ve altını çizdiğim cümleler var. Son olarak onları da paylaşmakta fayda var:
* Bilgelik, gerçeğe cesaretle ve samimiyetle ilerlemeye gönül koyanın uzun yolculuğunun sonunda avucuna dolan ışıktır, nurdur. Bilgelik, öyle keskin bir ışıktır ki, bilgenin gözlerini yakar. Bilge, kendinin bilge olduğunu bilmez, bilse unutur, hatırlamaz herhalde…
* Günde sekiz kucaklaşmanın insanı gripten koruduğunu söyleyen Umay Nine miydi?
* Adalet varsa rezalet yoktur. (Türk atasözü)
* Zaman ümidin en büyük düşmanıdır. Zaman geçip gece ilerledikçe sessizlik ümidin azaldığı boşlukları dolduruyordu.
* Aklî dengesi yerinde olan herkes, Medeni Kanun’umuza göre kadının boşanmak için ısrarla diretmesinin erkeklik onurunun zedelenmesine  sebebiyet veren bir tahrik unsuru sayılarak olasılıkla katilin cezasını kısaltacağını, onun on yıl kadar bir süre sonra yeni bir genç kızla evlenmek üzere serbest kalacağını biliyordu.
* Ben hâlâ kendi doğrularımla kurduğum hayatımı yaşamaya devam ederken, onların çoğu başkalarının kurallarıyla düzenlenmiş, eğlencesiz, uzun hayatlarını mal – gözlü, cimri ve çok sıkıcı yaşlılar olarak sonlandırmaya hazırlanıyorlar.
* Hakikat eğilir; ama kırılmaz.
* Her şey üstüne gelip seni dayanamayacağın noktaya getirdiğinde sakın vazgeçme! Çünkü orası, gidişatın değişeceği yerdir! (Mevlana)
* İstanbul’da utanınca hâlâ yüzü kızarabilen bir insana rastlamak Semahat’i gülümsetti.
* Çocuklar, yetişkinlerin unuttukları büyük bir kavrayış ve hayâl gücüne sahiptir.
* İnsanın beraber anısı bile olmayan birini özlemesi, Noel Baba’yı özlemekten farklı değil; ona inanmayı da bir yaştan sonra bırakıyorsunuz. Ben, yedi yaşından sonra öksüz ve yetim büyümüş, şanssız bir çocuktum!
* Olmayacak bir şey için beklenti yaratmak çok tehlikelidir.
* Zamanla öğrendim ki, insan kardeşini, hatta çocuğunu bile seçemiyor!
* (…) insan kendini inandırdığı şeyle gerçek arasındaki farkı er veya geç bir gün kavrayamaz mı? Bunu hâlâ bilmiyorum.
* Baskıya karşı direnmek, insanın kendi istediği yolda hayatını kurmak için mücadele etmektir, kurmamak için değil.
* Çünkü birileri hakkında doğal yolla bilgi edinmek, karşılığında insanın kendisi hakkında bilgi vermesi anlamına da geliyordu ve hiç kimse kendini özenle saklayan biriyle uzun süre arkadaşlık etmezdi.
* Sık görüştüğümüz, beraber çalıştığımız, bazen – eğer varsa – ailemizden daha fazla zaman geçirdiğimiz insanları aslında sandığımızdan az tanıdığımızın farkına vardığımızda, derin bir boşluğa düşmüş gibi oluruz. Bu boşluk, biraz da kendi bencilliğimiz ve egomuzla yüzleşmenin uçurumudur.                                                                                                                                                                                               
* İnsan kendini aynada görmek istemeyecek kadar çok üzgün olduğunda yüzü onu terk eder ve bazen yıllarca geri dönmez.
* Aşk, insana kalbinin yerini öğretiyor.

Evet yine geldik, bir kitabımızın sonuna.
Artık Temur gider
Ve perde iner!..

Her ne kadar sürç-i lisân ettiysek affola!..

9 Kasım 2013 Cumartesi

Cadı - Prinkipo'da Büyülü Bir Arayış - Oylum Yılmaz



Merhaba, merhaba, merhaba sevgili okuyucular.
Göstermiş olduğum büyük istikrarsızlık adına öncelikle kendimi, sizin huzurunuzda kutlamak istiyorum. Sanırım tek istikrarım, istikrarsızlığım. Blogu her zaman olduğu gibi uzunca bir süre askıya aldım. Sağolsun canım dostum Filiz, bu konuda kulaklarımı çekerek bloga ilgi göstermemi sağladı.
Açık söylemek gerekirse blogumu birilerinin takip ettiğini bilmek, ister istemez mutlu etti bu garibi.
İşte bu motivasyon içerisinde, bütün fındıklı çikolatamı ısırarak ve fon müziğimize Arif Şentürk'ten Rodop Dağları Bre Pakize'm türküsünü atarak konumuza giriyorum. Hadi bakalım; ateş!

Bugün blogumuzda ziyaretçimiz, sevgili Oylum Yılmaz. Edebiyatla ilgilenenler bilir, gene de bilmeyen arkadaşlarımız ve kardeşlerimizin olabileceğini düşünerek Oylum Yılmaz'dan birazcık  bahsetmek istiyorum. (Doğum tarihine gerek var mı bilmiyorum ama hadi bakalım)
Oylum Yılmaz 1978, İstanbul doğumlu genç bir edebiyatçı. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi, Gazetecilik Bölümü mezunu yazarımız vakt-i zamanında Radikal Cumartesi ve Radikal İki'de çalıştı. Şöyle bir parantez açmamda fayda var. O dönemlerde Radikal'in bu ekleri gerçekten kültür sanat akıyordu. Bunda Oylum'un ne kadar etkisi var bilemiyorum; ama gerçekten başarılı eklerdi. Herneyse, sonrasında Referans, Birgün, Taraf gazetelerinin kültür / sanat sayfaları için kitap / edebiyat sayfaları ve edebiyat köşeleri hazırladı. (Oradaki çalışmalarını incelemedim.) Şu an Sabitfikir dergisinde edebiyat eleştirileri yazmakta. Takip ettiğim kadarıyla da eleştirileri oldukça başarılı bir yazarımız kendisi. Sabitfikir dergisinden de konuşmak isterdim; ama onu da başka bir zaman yaparız artık. Yoksa konumuz gitgide dağılacak.
Oylum'un ilk kitabı Cadı, Sel Yayıncılık'tan çıkmış. Yukarıda konuyu dağıtmayalım dedik ama "Sel Yayıncılık" hakkında da bir çift söz etmezsem çatlarım.
Sel Yayıncılık’ın yayınladığı Guillaume Apollinaire’in Genç Bir Don Juan’ın Maceraları adlı romanı hakkında, “müstehcenlik” suçlamasıyla dava açıldı. Hâlâ haberi olmayan arkadaşlarımız vardır belki. Dava beraatla sonuçlanmış olmasına rağmen bu kararı sevgili Yargıtay bozdu. Yargıtay, yayıncı ve çevirmen hakkında 6-10 yıl arasında hapis cezası istedi. Yerel mahkemenin kararının kanuna aykırı olduğunu ileri sürdü. Bu, Engizisyon değil de nedir? Hâlâ anlayabilmiş değilim. İnsanların düşünceleri, kurguladıkları dünya, ne zamana kadar yargıya takılacak çok merak ediyorum. Gazeteler, tecavüz haberleri, küçük çocukların istismarıyla dalgalanırken bir edebi esere bu kadar takılıp kalınması gerçekten şaşırtıcı. Umarım aynı hassasiyeti belirttiğim gibi, tecavüzler, çocuk istismarları ve küçük gelinler hakkında da gösterirler.
Herneyse efendim, konumuza dönebiliriz.
Evet, ne diyorduk. Oylum Yılmaz'ın Sel Yayıncılık'tan çıkan kitabı Cadı, 7 forma, yani 112 sayfa'dan oluşmakta.
Bu kitabı çok büyük bir heyecanla almıştım. Nedeni, mistik olaylara duyduğum meraktan kaynaklanıyordu. Cadılar, ruhanî varlıklar her zaman ilgimi çekmiştir. Kitabımızın kahramanı Ümran'ın, Büyükada'da geçen hayatını bizlerle paylaşan Oylum Yılmaz, Büyükada'nın o kasvetli ruhunu çok güzel anlatmış kanımca. Kasvetli diyorum; çünkü Büyükada, bende anlamını bilmediğim bir kasvet oluşturur her zaman. Oylum da, hissettiğim bu kasveti şiirsel diliyle öyle güzel anlatmış ki kitabı yarım bırakmak zorunda kaldım. Normalde bir kitabı terketmek hiçbir şekilde huyum değil; ama hikaye öylesine kasvetli ve durağandı ki bir yerden sonra pes ettim.
Evet, şiirsel dili oldukça ilgi çekici ve karakterlerin analizi gerçekten çok iyi; ama bunlar bana yetmedi. Eleştirilere baktım; 'acaba benim gibi düşünen var mıdır?' diye; ama eleştirilerde de negatif bir şey bulamadım. Nihayetinde kitabın kapağındaki o garip resmin gözlerine bakıp: "Kusura bakma, sorun sende değil, bende!" deyip ilerleyen zamanda tekrar görüşmek üzere rafıma koydum.
'O hâlde kitabı tavsiye etmiyorsun Temur!' diye sorarsanız 'Hayır!Tavsiye ediyorum' derim. Eğer, ruh analizlerinden ve durum hikayelerinden hoşlanıyorsanız 'Mutlaka Okuyun!' derim. Bunun yanında roman, hikaye konusuyla ilgilenip bir şeyler yazan arkadaşlar için tavsiye edeceğim bir kitap "Cadı". Gerçekten anlatım konusunda yeni yollar gösterecek bir kitap.
Oylum Yılmaz'dan özür dileyerek çekiliyorum huzurunuzdan. Böylesine övülen bir kitabı nasıl yarım bırakabildim hâlâ anlamış değilim. Başka bir zamanda tekrar elime alacağım ve umarım okuduktan sonra kocaman puntolarla bir "ÖZÜR" yazısı yazarım bu kitap hakkında.

Evet, Temur gider efendim.
Yıktıkperdeyi, eyledik viran
Varıp sahibine haber verelim hemân!