18 Şubat 2014 Salı

1002 Gece Masalları / Yiğit Değer Bengi




Merhaba güzel insanlar.
Uzunca bir zamanın ardından Tembel Temur tekrar karşınızda.
Bu yazımda Metis Yayınları’ndan 2005 yılında çıkmış 1002 Gece Masalları isimli kitaptan bahsedeceğim.

240 sayfalık kitabımız aslında bir seçki. Yiğit Değer Bengi tarafından hazırlanmış bir fantastik öyküler derlemesi. 

Kitabın adı kadar kapağı da oldukça cezbetmişti beni. Çünkü çocukluk dönemimden beri karikatür dergilerini takip eden biri olarak Kenan Yarar’ın çizimlerine hayranım. Hâliyle içimi gıdıklayan bu kitabın kapağında Kenan Yarar’ın çizgilerini görünce alıp okuma şevkim iyice arttı.

Kitabımızın başında Bülent Somay’ın “Sunuş” yazısıyla karşılaşıyoruz. “Fantazi Edebiyatı” ve “Fantastik" kavramını öyle güzel açıklamış ki üstad, diyecek bir şey bulamadım. Meğer iki kavramı ne kadar da birbirine karıştırıyor muşum! Bununla da kalmıyor, Fantazi Edebiyatı’nın tarihini özetle de olsa çok güzel anlatıyor sevgili Bülent Somay.
Hemen ardından, kitabımızı derleyip bizlere sunan Yiğit Değer Bengi’nin “Önsöz”ü ‘Merhaba!” diyor okuyucuya. Edebi tür hakkında benim hoşuma giden bir tespitte bulunmuş. Hazır yeri gelmişken sizlerle de paylaşayım:
“Son yıllarda bu alanda birçok eser verilmiş olmasına rağmen Fantastik, Fantazya, Fantastik Kurgu gibi tanımlar hâlâ tam olarak yerini bulmuş değildir. Ama yazarlar şüphesiz ki eser vermek için türünün tanımlanmasını beklemezler, aslında bunun tam tersi doğrudur.
Fantastiğin bir tür olup olmadığı ya da eğer türse sınırlarının ne olduğu ve nasıl sınıflandırılabileceği sorunları eser veren yazarı yalnızca dolaylı olarak ilgilendirmektedir.”

Şimdi “Edebi Tür” hakkında uzun uzun size bir şeyler yazacak değilim. Kaldı ki basit bir “kitap okuyucusu” olarak da kafama göre bir şeyler yazıp zihninizi bulandırmak hakkım da değil. En iyisi kısa keseyim. Önsöz’de Yiğit Değer Bengi fantastik kavramının  tanımını, tarihteki gelişimini çok güzel bir şekilde aktarmış.
Anlayacağınız kitabımızın “Sunuş” ve “Önsöz” kısmında oldukça bilgiye doyuyoruz, üstelik sıkılmadan.

Önsöz’e güle güle dedikten sonraki sayfada Ursula K. Le Guin’den bir alıntıyla baş başa kalıyoruz:
“Fantazi elbette hakikidir. Olgulara dayanmaz, ama hakikidir. Çocuklar bilir bunu. Yetişkinler de bilir, zaten çoğu zaman bu yüzden korkar. Fantazideki hakikatin, yaşamaya mecbur edildikleri ve kabullendikleri hayatın sahteliğine, kofluğuna, gereksizliğine, sıradanlığına karşı bir meydan okuma, hatta tehdit oluşturduklarını bilirler. Ejderhalardan korkarlar, çünkü özgürlükten korkarlar.”

Alıntımızın ardından yolculuğumuzun ilk durağında Barış Müstecaplıoğlu’nun “İksir Ustaları” adlı öyküsüyle karşılaşıyoruz. Yazarlardan tek tek bahsetmeyi isterdim; ama yazı gereğinden fazla uzayacak. İyi ki kitabın sonunda yazarlarla ilgili bilgiler bizlerle paylaşılmış. Herneyse “İksir Ustaları” hoşuma gitti okuduğumda. Bu beni fazlasıyla heyecanlandırdı, kitap hakkındaki beklentilerim iyice arttı. Girişte böyle bir öyküyle başlıyorsak yola kimbilir daha neler çıkacaktı karşımıza.

Lâkin Giovanni Scognamillo, benim bu heyecanıma “DUR!” dedi. Ukalâlık etmek istemem ama yazarımızın “Kâbuslar Mağarası” adlı öyküsü bana zoraki yazılmış hissini verdi. Scognamillo gibi bir üstaddan daha iyisini bekliyordum ne yalan söyleyeyim. Olsun…

Üçüncü öykümüz Nazlı Eray’ın kaleminden çıkmış “Harita” isimli öyküydü ki şu an size anlatmaya çalışırken bile dudaklarım hâlâ gülümsemeyle meşgul oluyor. İki arkadaşın bir haritayla cebelleşmelerini zevkle okudum.

Dördüncü öykümüz Kıyamet Âşıkları, sonunu çok belli eden bir öyküydü. Aradaki şiirler de beni etkilemedi açıkçası.

Kadir Aydemir’in yazdığı “Kara Uyku” isimli beşinci öykümüz gerçekten çok güzeldi. Yalnız öykü bittiğinde sanki yarım kalmışlık hissi verdi bana. Kimbilir belki de bana öyle gelmiştir.

“Oyun” isimli altıncı öykümüz Altay Öktem’e ait. Altay Abi, her zamanki gibi kalemini konuşturmuş. Okurken çok büyük zevk aldım. Eğlenceli olduğu kadar etkileyiciydi de…

Yedinci öykümüz “Ellerinizi Arkanızda Tutunuz” ismini taşıyor. Arzu Çur’a ait. Öykünün başındaki betimlemeler oldukça şiirsel ve etkileyiciydi. Bunun yanı sıra öykünün konusu çok ilgi çekici ve eğlenceliydi üstelik. Yazarımızı gerçekten tebrik ettim.

“Helena” isimli sekizinci öykümüzün yazarı Ferhan Ertürk. İlginç bir öykü olduğu kadar doğurgandı. “Nasıl doğurgan Temur?” diye soran arkadaşlara şöyle söyleyeyim. Öyküde zengin bir alt yapı var aslında. Yazı ve kurguyla ilgilenen insanlara yeni ilhamlar verebilecek bir öykü “Helena”.

Dokuzuncu öykümüz, kitabımızı derleyen Yiğit Değer Bengi’ye ait ve “Son Kahraman” ismini taşıyor. Oldukça hüzünlüydü bana göre.

“Ölümsüz Kağan” isimli onuncu öykümüz Gündüz Öğüt’e ait. Ölümsüzlüğü arayan bir Kağan’ın öyküsü öylesine güzel kaleme alınmış ki bir defa okumak yetmez, yetmez, yetmez. İçinden alıntı yapmayı istediğim öykülerden bir tanesi lâkin, bildiğiniz gibi zaten kısa soluklu olan öykülerden alıntı yapıp konuyu iyice gözlerinize sermek istemiyorum. Hoş, bu yüzden öykülerin içeriğinden  de bahsetmiyorum; ama siz kızmazsınız bana.

Onuncu öykümüzün ardından bir soluklanma molası veriyoruz Edgar Allan Poe’nin bir alıntısıyla. Şöyle diyor Poe:
“Delilik sandığınız şeyin aslında duyularınızın fazla keskinleşmesinden başka bir şey olmadığını söylemedim mi ben size?”
(Poe, bazan öyle şeyler söylüyor ki, gerçekten kıskandığım oluyor ne yalan söyleyeyim.)

On birinci öykümüz Orhan Duru’nun “Kadınlar” isimli öyküsü. İlk paragrafta “Kadınlar olmasa ekonomi durur.” diyen yazarımıza ait öykü bende soru işaretleri bıraktı. Yarımdı, yani ben öyle algıladım; kimbilir…

Ardından İzzet Yaşar’a ait olan on ikinci öykü “Çalışkan Ruhlar” gerçekten yaratıcı ve etkileyiciydi.  Öyküyü okuduktan sonra kitabı bir köşeye koyup, yazarımızı ayakta alkışladım.
On üçüncü Öykü Evren İmre’ye aitti. İsmi Sfenksin Doğuşu. Bir sabah uyandığında harflerini tek tek kaybeden bir adamın öyküsünü anlatıyordu. Bu öykümüze de “ilginç ve etkileyici” olarak not düştüm hâliyle.

Levent Şenyürek’e ait olan “Çiçekler Dondu” isimli on beşinci öykümüz hüzünlüydü, güzeldi, etkiledi beni. Ey aşk!.. Ah! Min’el Aşk…

“Vulgata” isimli on altıncı öykümüz ise Çiler İlhan’a ait. “I’m the ginny in the house (Ben evdeki cinim)” diyerek başlayan öykü de diğerleri kadar ilginçti gerçekten.

On yedinci öykümüz Sadık Yemni’ye ait “Bekleme Odası” isimli öyküydü. Bana oldukça sıkıcı geldi. Bilemiyorum.

Onsekizinci öykümüz “Sınırsız Düşünce Özgürlüğü” ismini taşıyor ve Levent Mete’ye ait. Altını çizdiğim satırlara ve konunun ilgi çekici olmasına rağmen işleniş bana oldukça sıkıcı geldi.

Tam “Acaba kitabın sonlarına doğru ayarlarım mı bozuldu?” diye şaşkın şaşkın düşünürken imdadıma Muammer Yüksel’e ait “Oyundan Çıkmak İster misin?” isimli öykü yetişti. Etkileyici bir öyküydü. Zevkle okudum. Hemen ardından “Sanırım normalim. En azından kendime göre!” diyerek gülümsedim.

Yirminci ve son öykümüz sevgili İhsan Oktay Anar’a ait olan “İnşaat İşçisi Rıfkı’nın Dehşet Verici Akibeti” isimli öyküydü. Okunması gereken öykülerden diyorum

Özetle 1002 Gece Masalları, Fantazi’den hoşlanan okurların kitaplığında bulunması gereken güzel bir seçki genel olarak. Umarım, daha daha nice seçkilerle karşılaşır ve okuduktan sonra sizlerle paylaşırım. Okurken eğlendim. Dünyanın sınırlı gerçeğinden sıkılıp sınırsız düşler ormanında güzel bir gezintiydi. Tavsiye eder miyim, ederim ;)

Ee, hadi o hâlde, Temur gitsin ve perde de insin artık.
Sevgi, saygı, arzu, hörmet herkese..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder